Ayfer YALÇINKAYA

ENTELLEKTÜEL NAMUSSUZLUK VE NEPOTİZM

ENTELLEKTÜEL NAMUSSUZLUK VE NEPOTİZM

 

Günümüz Türkiye’sinde akademilerin entelektüel üretime pek katkı sağladığını artık düşünenlerden değilim. Özellikle üniversitelerin mevcut bilimsel potansiyelinin gelişimini engelleyici ve birçok ilkesizliğin yaşandığı kurumlar haline dönüştürüldüğünün de toplum olarak iyiden iyiye farkındayız.

Üniversitelerin ve akademik kurumların araştırma, sorgulama, toplumsal sorunlara çözüm üretme ve bilimsel çalışmalara imza atan yönünü kaybedip, olası işlevini yerine getiremeyen hatta bu misyonu üstlenmekten uzaklaşmaya başlayan kurumlar haline dönüşmeye başladığını maalesef içimiz acıyarak izliyoruz.

Akademideki verimsizliği ve bu ahlaki çöküşü daha iyi kavrayabilmek için bu durumun sistematik bir şekilde yürütüldüğünü ve adeta hiyerarşik bir şekilde ilerlediğini iyi görmek gerekir. Liyakatin ehliyetin donanımın ve buna haiz olmayı gerektiren her turlu hakkaniyetli tutumun, göz ardı edilerek bir akademide bulunması gereken öncelikli kriter ve ilkelerin ortadan kaldırılarak, meşru ve etik olmayan yollar ve kılıflar üzerinden yapılan alımların, her gün medya aracılığı ile ayyuka çıkıp gündeme gelmesi toplumun dikkatinden kaçmıyor artık!

Akademik çevrede başgösteren hak ihlalleri, yasa dışı çıkar ilişkileri, akademisyenler arasında vuku bulan iktidar savaşları, kaynakların ve özelikle de kadroların dağıtımında ortaya çıkan usulsüzlükler, gittikçe yaygınlaşan ilkesiz bozulmanın bir başka boyutunu da ortaya çıkarıyor karşımıza!

Her alanda hukuki bir çerçeve içinde işlemesi gereken profesyonel ilişkiler; yerini kişisel ilişkilere, ahbap- çavuş mekanizmasına bıraktığında ve siyasetin patronaj ilişkileri yani diğer adıyla “ Klientalizm ”, genelde 3. dünya ülkelerinde çokça rastladığımız, politik alanın hak temelli bir düzenleme yerine eş /dost, akraba yada farklı yakınlıklar temelli bir ilişki biçimi ile işleri yürütmeye çalışmasını öngören bu kavramın, üniversitelerde bile kendini göstermeye başlamasıyla, sistemin içerden çürümesi beraberinde ahlaki çöküntüyü de kaçınılmaz kılacaktır.

Türkiye bu kavramların hayat bulduğu bir talan ve istila ekonomisine dönüşüyor artık!

2016 yılında yapılan “Croniy Capitalism İndex “ adıyla yayınlanan ve 22 ülkeyi kapsayan çalışmada Türkiye’nin 8. Sırada yer alması olayın vahhamiyetinin ne boyutta olduğunun tescilli göstergesidir.

Evet kadro ilanları, atamalar bölümlerin / ana bilim dallarının ihtiyacına, araştırma üniversitelerinin öncelikle araştırma alanlarına yönelik değil de, tamamen kişisel ilişkilere ya da nepotizm çıkarına göre belirleniyor. Dahası siyasi bağlantısı olan (daha açık bir ifadeyle) torpili olan adaylar, akademik yeterliliğine bakılmaksızın istediği şekilde ve yerde kendine kadro bulabiliyor.

Şu günlerde Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyoloji bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Nazmi Avcı’nın, müzik öğretmenliğinden mezun oğlunun yüksek lisansa alınması adına, başvuru ve kayıt şartlarına bizzat kendisinin “ Üniversitenin müzik eğitimi veren bölümlerinden mezun olmak “ şartını eklemesi ve bu sayede 60 kûsûr bir puanla, sıralamada en sonda yer almasına karşın, programa kayıt hakkı kazanması nepotizm ahlaksızlığının en somut örneklerinden sadece biridir.

İster kişisel ilişkilerden kaynaklansın ister siyasi patronajın bir sonucu olsun, torpilli kadrolar sistem açısından iki büyük ahlaki sorunu da berberinde getiriyor. Birincisi idarecilerin görevlerini kötüye kullanması bir diğeri de tamamen idealist motivasyonlarla akademide de yer almak isteyen ve bunun için büyük bir çalışma gayreti ile yola çıkan ve bu yolda zorluklarla karşılaşan gençlerin önünü tıkayarak bilim alanındaki olası gelişmelere engel olunması. Durum sadece bununla da sınırlı değil!

Entelektüel namussuzluğun ve ahlaksızlığın kendini çok daha net ve iyi bir şekilde mevcut veriler üzerinden ortaya koyduğu bir başka ilkesizlikte “ intihaller ve fikir hırsızlığı” !

Akademik sahtekarlıkta dünya sıralamasında 3.sûyûz.

Gerek üniversite düzeyinde gerekse de Üniversiteler Arası Kurul ve Yôk düzeyinde Bilimsel Araştırma ve Yayın Etiği konusunda düzenlemeler mevcutken, yönergeler açık ve net bir biçimde akademik yayınlardaki etik ihlalleri ve bu ihlallere karşı uygulanacak yaptırımları ortaya koyabiliyorken dahası çeşitli Uluslar Arası Yazılımlar ve intihal programları, yayınların benzerlik oranlarını ortaya çıkarabiliyorken Türkiye’de yazılan tezlerin ve bilimsel makalelerin üçte birinin intihal içermesi akla birçok soruyu da getirmeden edemiyor.

Bu tezler kimin onayından geçiyor. Bu tezler hangi amaçla onaydan geçiriliyor?

Körler ve sağırlığın birbirini fütursuzca ağırladığı bu zemine kimler ve hangi kurumlar neden ve niçin müsaade ediyor?

Tüm bunların dışında aydın ve entelektüel geçinen üniversiteye intihal kariyerliği ile yoluna devam eden, sahtelikle aldığı unvanlarını müstehzi bir tavırla karşısındakini ezmek için kullanan ve adeta bir feodal ruhlu köylü egosuyla yaşam süren sözde akademisyenlerle;

bunun yanında sadece politik motivasyonla yazılmış tek bir siyasi bir amaca hizmet eden veya ideolojik konumunu bunun üzerinden yürüterek bugünün bilim dünyasına tek bir katkı sunmadan yazılmış, hazırlanmış onlarca gereksiz sözde akademik çalışma sahibi sözde entelektüellerimiz, nereye varmak ve bu toplumu nereye sürüklemek istiyor?

Aydınlar ve onları yetiştiren üniversite kurumları, toplumların ilerlemesini ve ayakta durmasını sağlayan en temel dinamiklerdir.

Bilimin üretildiği, fikirlerin akademik zeminde tartışılıp konuşulduğu bu kurumların maruz kaldığı gerçeklikler, hepimizin omuzlaması gereken en vicdani temel sorumluluktur.

Toplumun aleyhine ve çıkarına aykırı olarak nitelediğimiz her durumda gerektiğinde entelektüel bir duruş ve tavır sergilemeli, bu vicdani sorumluluğun hakkını verebilmeyi öğrenmeliyiz artık!