HER ŞEY FENA BULUR (1)
İlk vahiy geleli 23 sene olmuştu. Utanç vesilesi olarak gördükleri kız çocuklarını diri diri toprağa gömecek kadar vahşi olan, adetlerine körü körüne bağlı, kendi eliyle yaptığı putlara tapan, insanın hiçbir kıymetinin olmadığı, manevi değerlerin ayaklar altında kaldığı bir toplumda; insanlık tarihinde daha önce benzeri, örneği olmayan çapta bir inkılap gerçekleşmişti. Arabistan yarımadası, bir kadının tek başına bir uçtan diğer uca kadar güvenle seyahat edebildiği bir coğrafya halini almıştı.
Toplum tam bir güven toplumu haline gelmişti. Hileler yerini mertliğe bırakmıştı. İhanet ve hıyanetlerin yerini sadakat almıştı. “Bizi aldatan bizden değildir” denilmiş ve olası bütün ihanetlerin önü alınmıştı.
Bütün kötü huyların kaynağı ve temeli olan yalan; aşağıların en aşağısına atılmış, doğruluk ve sıdk gelip yücelerin en yücesindeki tahtına bütün haşmetiyle kurulmuştu. Doğruluk ve sıdk Hz. Muhammedin ve güzel ahlaklı temiz arkadaşlarının ortak hasletiydi. “Mümin, asla yalan söylemez” denilerek iman ile küfür arasındaki sınır hattı çizilmişti. Kim doğruluğu kendine rehber etmişse onlara daha da yakınlaşıyordu. Kim yalanı, hileyi, ihaneti benimsemişse Hz. Muhammet’ten ve arkadaşlarından uzaklaşıyordu.
Doğruluk ile yalanın arası o kadar açılmış ve iki haslet birbirinden o kadar uzaklaşmıştı ki; biri doğuda diğeri batıdaydı. Aynı kişide bulunmaları imkânsız hale gelmişti. Toplumda bir kişinin yalana başvurması, mümin kardeşine karşı bir hileye bulaşması veya bir ihanete girişmesi düşünülemezdi. İşte Efendimiz (asm) hazretlerinin 23 sene gibi kısa bir zaman diliminde gerçekleştirdiği inkılabın en büyüğü insanların iç âlemine bakan tarafıydı.
Kadınların da erkekler üzerinde haklarının olduğu en gür sada ile veda hutbelerinde beyan edilmişti. Hatta kölelerin ve hatta hayvanların bile onları incitecek derecede ağır yükler altında bırakılamayacağı esasa bağlanmıştı. Ruhsuz, ölü, kıymetsiz cenaze gibi duran taş, toprak gibi varlıklar dahi bir kıymet kazanmıştı.
Eski semavi kaynaklı dinlerin tahrif edilmiş (değiştirilmiş, içerisine hurafeler karışmış) mukaddes kitapları ve bu kitaplardan alınan hükümler yürürlükten kaldırılmıştı. Artık Kur’an vardı. Kur’an adeta bir üniversite kitabı gibiydi. İnsanlık, asırlar ve devirler içerisinde bir çocuk gibi gelişim göstermişti. İlkokul kitaplarında sadece yüzeysel bilgiler verildiği gibi ilk zamanlar mukaddes kitaplarda fazla ayrıntı yoktu. Ne zaman ki; insanlık artık en büyük hocadan ders alabilecek ve en büyük, en tılsımlı kitabı okuyup anlayabilecek dereceye geldi. İşte o zaman bütün semavi kitapların özü, özeti, icmali ve en ayrıntılısı olan Kur’an yeryüzü semasına indirildi. Kâinatın hocası olan Efendimiz (asm) da bu kitabı ders verdi. Öyle ya! Her kitabı ders vermek için bir muallim gerekir. İşte Kur’an’ı ders vermek için de yeryüzünde hiç kimseden, hiçbir yaratılmıştan ders almayan ve hocası sadece yüce yaratıcı olan Efendimiz (asm) hazretleri seçilmişti. Kuranın insanlardan istediği bütün davranışları en küçük ayrıntısına kadar ve en güzel bir şekilde uygulamalı olarak yerine getirmiş ve hakkıyla tebliğ görevini yerine getirmişti.
Kuran, iner inmez kendisine uymak istemeyenlere meydan okudu. (Kulumuz Muhammed’e) indirdiğimiz bu Kur’an’da bir şüpheniz varsa; haydi bir benzerini getirin! Diyerek kendisine inanmak istemeyenlere meydan okudu. Aradan 15 asır geçtiği halde ne Avrupalı filozoflardan, ne Asyalı akıl danelerden birisi çıkıp ta Kur’an’a karşı gelemedi. Kur’an’ın hükümlerini çürütemedi. Kur’an’ın hak Kelamullah olduğu hakikatini değiştiremedi. Kur’an’a ilişemediler. Er meydanında Kur’an hep rakipsiz kaldı.
Acaba hiçbir imkân veya ihtimali var mıydı? Kuranın butlan dehlizine attığı onca batıl inanç sahipleri veya Kur’an’ın hükümden kaldırdığı semavi dinlerin tabiilerinden hiç kimse elinde imkân olduğu halde karşı çıkmasın. Eğer Kur’an’da veya Efendimiz (asm)’da veya tesis etmiş olduğu İslamiyet’te iğne ucu kadar bir açık, buğday danesi kadar bir eksik, zerre kadar bir yanlış bulsalardı insanlık çalkalanacaktı. Böyle bir haber en kısa zamanda ve çok hızlı şekilde bütün dünyaya yayılacaktı. Böylece Kur’an’ın davası nakzedilmiş olacaktı.