GAYESİZ HAYAT KALBE YÜKTÜR
GAYESİZ HAYAT KALBE YÜKTÜR
İnsanın, fıtratı gereği düşünmeden/idrak etmeden yaşamına devam etmesi mümkün değildir. Hayatın her alanını düşünme ve idrak etmek işlevi kapsar. En basit bir eylemde, en içinden çıkılmaz bir vaziyette bu düşünce ve idrak etme eylemi kendini gösterir. Dolayısıyla düşünme ve idrak etme insanın uzaklaşabileceği ya da fıtrat dünyasından atabileceği işlevler değildir. Peki, bu düşünce ve idrak etme işlevleri hiç mi insanın gayesini gündeme getirmez? Ya da soruyu şöyle değiştirelim: İnsanın var olma gayesini/amacını hiç mi düşünmüyoruz, hiç mi idrak etmiyoruz?
Başımızı kâinata kaldırıp baktığımızda her alanda, her yaratılanda, her cereyanda bir gaye görüyoruz. Rutin ve belki de basit olarak gördüğümüz her yaratılışta bir gaye mevcuttur. Arı sürekli bir vazifedeymiş gibi bal yapar ve amacından hiç uzaklaşmaz. Elma ağacı her sene aynı şekilde elma verir. Güneş her sabah doğar ve günü tamamladığında batar. Gündüz çalışma alanı açar bize, gece dinlenme alanı açar. Peki, bir anlığına arının bal yapmaktan vazgeçtiğini ve zehir üretmeye başladığını düşünelim ya da elma ağacının elma yerine taş üretmek istediğini hayal edelim ya da güneşin doğmaktan sıkıldığını… “Böyle bir şey mi olur?” seslerini duyar gibiyim. Elbette olmaz. Zira zikrettiklerimizin hiçbiri kendi idrak ve şuuru ile eylemde bulunmaz. Yaratıcıları tarafından onlara yüklenmiş vazifeleri vardır ve bu vazifelerini icra ederler. Vazifelerinden de zerre şaşmazlar. Kısaca onlara yüklenmiş olan hayat gayelerini yerine getirirler.
Şimdi kendimizi yani insanı, yani firavunlaşmış nefislerimizi, gayeden uzaklaşmış kalplerimizi düşünelim: Kâinatta zerreden şemse kadar olan hiçbir şeyin gayesiz, amaçsız olmadığını kabul ettiğimiz halde muazzam cihazlarla donatılmış, kâinatın halifesi ve her şeyin adeta kendisi için yaratıldığını varsaydığımız insan mı gayesiz/amaçsız olacak? Dağlarda sabit duran camid taşlar bile gayesiz değilken insanı gayesiz düşünmek akıldan uzak olmaz mı? Elbette muazzam cihazlarla tecziye edilmiş insan, gayesiz/amaçsız olmadığı gibi başıboş da bırakılmış değildir. Bundandır ki, amacından gayesinden uzaklaşmış her hayat kalbe ağır geldiği gibi kâinata da ağır gelir. Nasıl ki arının baldan uzaklaşıp zehir üretmeye başlaması hayat amacının felsefesini darmadağın ediyorsa insanın da gayesinden uzaklaşması toplumu ifsad eder ve gayesiz insan da bu şekilde insanoğlu için zehirli bir hale gelir. Bunun içindir ki düşünme ve idrak eylemi, en çok insanın bu alanına yönelmek zorundadır; “Ben neden yaratıldım?”, “Ben nerden geliyorum?”, “Ben nereye gidiyorum?” “Hayatımın amacı nedir?” gibi soruların bugün insan gündemini meşgul etmesi gerekiyor. Zira bu sorular gündemimizi meşgul etmediği sürece hesapsız / muhasebesiz bir hayat yaşarız ki, bu hayat şekli dünyamızı imar etmekten uzak olduğu gibi ahiret hayatımızı da mahvetme tehlikelerini barındırır. Dolayısıyla biz insanların kafamızı kuma gömme lüksü yoktur. İlkeli yaşamanın, saygı ve edep çerçevesinde insanlar arası muamelenin, Rabbine kulluk bilinci ile donatılmanın, yüreklerin hafifleşmesinin, kâinatı anlamanın ve de ahiret hayatını kurtarmanın yolu hiç kuşkusuz ki hayatın gayesinin anlaşılmasında mündemiçtir. BUNUN İÇİNDİR Kİ KAFALARIMIZI KUMDAN ÇIKARMAMIZ GEREK…
NEVZAT NARÇİÇEK