Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Unutulmaya Yüz Tutmuş Bir Geçmiş: Eski Diyarbakır! (1)

Diyarbakır’ın kadim taşları arasında gizlenen hikayeleri, şehrin ruhunu ve hafızasını yaşatan isimlerden biri de şair ve yazar M. Kadri Göral. Eski Diyarbakır’ın sokaklarında gezinen, şehrin her köşesini bilen ve yaşayan Göral, Özgür Haber’e verdiği bu özel röportajda, Diyarbakır’ın unutulmaya yüz tutmuş geçmişine ışık tuttu.

Diyarbakır'ın kadim taşları arasında

Unutulmaya Yüz Tutmuş Bir Geçmiş: Eski Diyarbakır! (1) Diyarbakır’ın kültürel zenginliğini ve insanlarının sıcakkanlılığını anlatan Göral’ın anılarında, eski Diyarbakır’ın dar sokakları, rengarenk çarşıları, tarihi camileri ve hanları canlanıyor.

Göral’ın Gazetemiz editörlerinden Süleyman Aydın’a verdiği röportajda Diyarbakır’ı sadece bir şehir olarak değil, yaşayan bir varlık olarak tanıyacaksınız. Göral’ın kelimeleri ile şehrin kalbinin atışını duyacak, Diyarbakır’ın ruhuna dokunacaksınız.

 

KADRİ GÖRAL KİMDİR?

Mimar, şair ve yazar. 5 Ocak 1948’de Diyarbakır’da doğdu. Tam adı Mehmet Kadri Göral’dır. Diyarbakır Ziya Gökâlp İlkokulu (1961) ve Lisesi (1967), Ankara Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi Mimarlık Bölümü (1971) mezunu. Orman Bakanlığı Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nde Mimar, Milli Park Planlama Uzmanı ve Proje Uygulama Müdürü görevlerinde bulunduktan sonra 2002 yılında kendi isteğiyle emekliye ayrıldı.

1996 ile 2000 yılları arasında Avustralya’nın Sydney şehrinde ikamet etti. Bu zaman içersinde SBS Radyosunda söyleşileri ve Başkonsolosluğun tertiplemiş olduğu kültürel etkinliklerde şiir dinletileri oldu. Türkiye’de ise radyolarda, ulusal ve yerel televizyonlarda sohbet, okullarda ise konferans ve şiir dinletilerinde bulundu.

unutulmaya-yuz-tutmus-bir-gecmis-eski-diyarbakir-1

Kadri Göral ile eski Diyarbakır üzerine gerçekleştirdiğimiz söyleşinin detayları haberimizde…

Diyarbakır’da doğmuş, büyümüş ve kültürü ile yoğrulmuş biri olarak Diyarbakır denilince ne anlamalıyız?

Diyarbakır binlerce yıldan beri dünya medeniyetine ışık tutan, geçmiş yılların kültür kaynağı, eski medeniyetlerin kaynaştığı, tarihin seslendiği yerdir. Diyarbakır, dünya üzerinde kilometrekareye büyük insanların en yüksek oranda gömülü oldukları yerdir.

Diyarbakır, kıskanç bir aşığın sevgilisini yabancı gözlerden gizlediği gibi ihtişamlı surlar tarafından binlerce yıldan beri korunmuş olan “Diyar-ı Bâkir”dir.

Diyarbakır, dünya durdukça iyilik meleklerinin koruması altında olan “Aziz şehir”dir.

Diyarbakır, toprağında birçok nebi kabrini barındıran “Medinetü’n Nebiîn” yani “Nebiler Şehri” dir.

Diyarbakır, sevginin, saygının, doğruluğun ve dürüstlüğün belleklere kazındığı “Sevdalı şehir”dir.

Diyarbakır, her devirde mutlu, konuksever, birbirine inanan ve güvenen insanların yaşadığı “Şen ve mamur kent”tir.

Diyarbakır, toprağı kokulu, suyu şifalı, havası devalı, insanı sevdalı “Mübarek şehir”dir.

Diyarbakır, bütün tek tanrılı dinlerin merkezi olan “Mukaddes şehir”dir.

Diyarbakır, tarihin taşlara yazıldığı “En doğru adres” tir.

Diyarbakır, en küçük taşından en büyük burcuna varıncaya kadar “Bir kültür merkezi ve kutsal bir yuva”dır.

Diyarbakır, birçok kent ya sulara, ya toprağa ya da kumlara gömülüp yılanların ve akbabaların yaşadığı yıkıntıya dönüşmüşken, hâlâ iskân edilmekte olan “Şehr-i kadim”dir.

Diyarbakır, Anadolu’nun, büyük mutasavvıf, bilim, şiir ve sanat erlerini yetiştiren “İlim ve irfan şehri”dir.

 

Unutulmaya Yüz Tutmuş Bir Geçmiş: Eski Diyarbakır! (1)

Bu röportajı yaptığımız doğduğunuz, büyüdüğünüz bu tarihi, güzel Diyarbakır evinden ve bu evdeki anılarınızdan bahsedermisiniz?

Uygun görürseniz bu sorunuzu ve bundan sonra yönelteceğiniz soruları Küçe Kapısı’ndaki şiirlerimle yanıtlamaya çalışayım.

 

Ben Diyarbekir uşağıyam

Dar bir küçede kapısı şakşaklı evde doğmuşam

Doğmişam doğduğuma pişman olmişam

Koymişlar beni küçük bir teşte

Kafama kaynar suyi dökmişler sükre sükre

Benim canım yanmiş ağlamişam

Onlar demiş “Kele oğul adettir hepi uşahlar ağlar”

Adımi koymişlar “Kadri” göbek adım da olmiş “Mehmet”

Kondağa sarmişlar etmemişler merhamet

Belim burhum egilmiş çoh çekmişem eziyet

Hestelenmişem karnım ağrımış

İçirmişler “Meryem hort”

Horozik olmişam

Götürmişler “Kasap oğli Kasap” a

Kasap piçağını tersinden

Kıdikıdime sürmiş henekçiden.

Hahın uşahlari mama yiyerken

Boğazıma tıhmişlar “lebeni”

Ağliyanda elime tutuşturmişlar bir “hışhış”

Herslenmişem çalmişam yere

Demişler “Canın isterse kara yere!”

Beşigim cevizdenmiş örtüsi bürüdeymiş

Anam beni yatıranda bahan nenni sölermiş

Bir yandan da başımi ohşarmiş:

KURBAN OLAM BU BAŞA

BU BAŞ GİDE TIRAŞA

BERBER DİYE KEÇELDİR

BU BAŞ BERBERE REÇELDİR. Diyermiş.

Gün olmiş devran dönmiş

Hevşümüz bahan dar gelmiş

Anam kolumdan tutup beni küçeye salmiş

Toprağa yata yata

Çamura bata bata

Böyümişem düşe kaha

Elimde gogo taşi

Başımda meydan tıraşi

Kâh İsbayibaşi kâh Balıhçilarbaşi

O küçe senin demişem

Bu haraba benim demişem

Sebehten ahşama oynayıp içimi rehet etmişem.

Yalavuz bacıma hersim çıhidi

Oyunun en hoş yerinde gelidi

“Kadri! Hamur eşkimiş anam seni çağıri!” Deyidi

Bikırtik başıma koca teşti veridiler

Süleyman dayının fırınına gönderidiler

Ben fırında sıra dayaği yeyidim

Onlar evde lavaşi yeyidi.

Küçeden her ne geçse hama canım çekidi

Hepisinden almağa harçlıh param yetmidi

Eyi ki çakkala bize bağdan gelidi

Aluceyi de babam çarşidan alidi

Kâbe darısının tasi on kuruş

Küncili simidin takkalasi beş kuruşti

İZMİR İŞİ ŞAM ŞEKER

PARAYİ CEBDEN ÇEKER

PARASİ OLMAYANLAR

İÇİNDEN HASRET ÇEKER.

Arsızlıh ettiğımda anam babama sölidi

Babam da alıp beni tükene götüridi

Ben tükenden kaçidım

O ardıma veridi

Tuttuği gibi kilere hapsedidi

Ele kötek atidi sesim yedi mahleye gididi

Keşke sağ olaydi hama her gün dögeydi.

ONLAR ANALARIMIZDİ

ONLAR BABALARIMIZDİ

ONLAR ELİ ÖPÜLESİ İNSANLARDİ

YEMEDİLER YEDİRDİLER

GEYMEDİLER GEYDİLER

BİZLERİ BU KEMALE GETİRDİLER

KİMİ YAŞINİ BAŞINİ ALDİ

KİMİSİ HAK’KIN RAHMETİNE ERDİ

SAĞ OLANLARAYÜCE ALLAH SIHHAT VERE

ÖLENLERE RAHMET EDE CENNETİNE ERDİRE.

(M. Kadri GÖRAL- Küçe Kapısı 1996)

Unutulmaya Yüz Tutmuş Bir Geçmiş: Eski Diyarbakır! (1)

Sizin gibi Diyarbakır’ın kültürüyle yoğrulmuş, dünya cenneti bu mübarek şehirde yaşamış olup şimdilerde Diyarbakır’ın eski günlerinin özlemini duyanlara seslenmek ister misiniz?

Keşke Diyarbakır eski Diyarbakır olsa, ben de Diyarbakır sevdalılarına seslensem, onlar da seslenişimi işitip Diyarbakır’a gelseler hep birlikte özlemini duyduğumuz o güzellikleri Diyarbakır’da yeniden doyasıya yaşasak,

Hele gel kardaş hele gel!

Hele gel de sennen biraz konuşah!

Sen kimsen

Ben kimem

Sölemağa ne hacet

Sen beni bilisen

Ben de seni biliyem

Sen benim canımsan

Cigerimsen

İki gözüm hemşehrimsen

Diyarbekirli’msen kardaş, Diyarbekirli’msen!

 

Sahan oralari anlatacağam

Sahan o günleri hetirletecağam

Orasi mi neresi?

Orasi: Fiskayasi

Orasi: Hevsel Bahçasi

Orasi: Çayögü’nde bostan hüllesi

Bir de; Ulu Cami Mahallesi’nin dar bir küçesi

O küçede oyun oyniyan çocuhların neş’esi

“Ana ana birinci

Ardi

Nahıre gogo

Gago, kıtto, soro soro sor penir

Beyaz penir

Sari penir

Ula ıslıh çal!

Hade çıh!

Ve daha nicesi:

Az mi aşıh attıh sennen mazgan damında?

Az mi hemmal kızdırdıh İsbayi Bazarı’nda?

Heç mi hortolardan dayah yemedıh cami avlusunda?

Heç mi mahle harbi etmedıh kavun, karpuz kabuğinan?

 

Hele gel kardaş hele gel!

Hele gel de sennen biraz konuşah!

Sahan o sesleri dinletecağam

O sesler mi ne?

Dinle! Yedi yaşındaki çocuhların seslenişi:

“Çahmah daşi var benzin var

Cığara kâğızi kimde var? Kime lazım?”

Ve

“Ava buze cemidiye, cemidiye

Cot pencaye yüs pere, yüs pere

Savuh sudan içenler, içenler

Dağ Kapi’dan geçenler, geçenler.”

Bir de köşeyi dönen dutçi Hamit Ağa’nın seslenişi:

“Karahöbür! Karahöbür!

Şekker şurubidır aleee…Leylasi arep.”

Çoh uzaklardan duyuli rahmetli Celal Güzelses’in gazeli

“Baba bugün dağda duman yeri var.”

Seydo’nun toyunda çalgi çali Hede’nen Mede

“Haydi gidah toyuna

Kurban olam boyuna

Gelin olacah diye

Helhele bas helhele.”

Böyük evin havşünde şa’re kesi karilar

Elleri şa’re kesi, dilleri şa’re kesi

Oturmiş eşbah dağiti Ahmike’nin nenesi.

 

Hele kah kardaş, hele kah!

Hele kah da, sennen bayram yerine gidah!

Gidah takla dolabına binah

“Emi tezeleniyıh” diyah

Bir daha binah, bir daha binah

Helilgil’i görürsah onlara kıcıh verah:

“Hala hala heyyy!

Kime?

Kime?

Karşidaki dolabaaa…!”

Sonra paytona binah çarşilari dolaşah

Çarşiye Şevüti’ye gidah

Cıncıh boncuh begenah

Aynik neynige bahah

Yüzümüze kırepertan

Donumuza ohçur alah

Oradan Mardin Kapısı’na gidah

Has bahçalarına yenah

Nane çüçe topliyah

Teze nazik kıtti yiyah

Ardından Mardin Garajı’na uğriyah

Orada Emmo Beşir’i yansliyah:

“Yallah yabo Merdin’e

Üsti açıh mekine

Kamyon üsti bir lire

Şöför mahalli beş lire!”

 

Yorulmadınsa Gazi Köşkü’ne de çıhah

Çıhah çıharidan dönenleri seyredah

Çıhari orkestrasının çıhardıği sesleri dinliyah:

Sehen sesi

Kuşhana sesi

Üsküre sesi

Bir de bunlara karışan Fatige Tarig’in endişesi:

“Kele oğul geç kaldıh herife ne cevap verecağıh?

 

Hele gel kardaş, hele gel!

Hele gel de sennen birez yüriyah!

Nereye mi?

O anlatmakla bitiremiyeceğimiz yere

O gezmahnan hasret gideremiyecağımız yere

O yüzyılların tarihini varlığında yaşatan şehire

Diyarbekir’e!

Diyarbekir’e!

(M. Kadri GÖRAL- Küçe Kapısı 1996)

DEVAMI GELECEK...