Bir garip hallerdeyiz. İflah olmaz bir duyarsızlık, onulmaz bir kırılma, bir hiçleşmenin girdabındayız. Döndükçe dibe çeken bir girdap.
Ne zaman, nerede hangi hatayı yaptık da akıntıya kapıldık? Hangi dingin suyun rehavetine aldandık da sürüklenmekte olduğumuz girdabı göremedik?
Hangi aymazlık, hangi küçük hesap, hangi kişisel hırslarımız, egolarımız vardı da göremedik yanı başımızda ölen, öldürülen kardeşlerimizi?
Hangi kişisel ihtirasımıza yenildik de görmez olduk yıkımları, katliamları?
Hangi egomuza boyun eğdik de bir kentin çığlıklarına kulak tıkadık?
Bir çıkmaza saplanmış gibiyiz. Tıpkı Sur ilçesinin daracık sokaklarında gezinirken ansızın karşımıza çıkan bir çıkmaz sokağa saplanmak gidi. Gerisin geri itiliyoruz girdiğimiz daracık sokaklarda.
Sur'un çıkmaz sokakları yok artık. Sur'un artık sokakları yok ki, çıkmaz olanları da olsun!
Yok artık daracık sokak başlarında utangaç bakışlı çocukluk yansımalarımız. Hani o güleç yüzünde geçmişe yolculuklara gittiğimiz, çocukluğumuzu yeniden yüzümüze vuran hançer bakışlar.
Yok artık Arapşeyh sokaklarında tandırlardan yükselen mis gibi ekmek kokuları. Ve tandır başlarında; Ahmed Arif'in hasretinden prangalar eskittiği kadınlar.
Korkunç ve mübarek elleriyle,
İnce, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
Anamız, avradımız, yarimiz
Ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen
....
bizim kadınlarımız.
O kadınlar ki; hiç yaşanmamış gibi ölüp, yaşanmış gibi sayılan kısacık ömürlerince evlat hasretini sıcacık tutan kadınlar.
O kadınlar ki; iyi, kötü anılarını Sur'un taşlarına nakış nakış işlemiş kadınlar.
Şimdilerde birileri yüreği parçalanmış kadınları bir başka masalla avutma peşindeler. O kadınlar ki adını, sanını bilmedikleri, duymadıkları masal kenti Toledo ile neye kanacaklarsa. Hem Toledo ne kadar bizden olabilir? Ne kadar sarabilir koynumuzda sakladığımız yaralarımızı?
Acaba gerçekten bu kadar mı toplumsal duyarlılığımız. Bu kadar kıydı Sur'da yaşanmışlıklara olan saygımız? Bu kadar kolay terk edilecek kadar değersiz midir Sur ilçesi? O ilçe ki harcı gözyaşıyla yoğrulmuş, yaşanmamışlıklara dair hayallerin kara taşlarına nakış nakış işlenmiş, dünü bugüne, bugünü yarınlara ilmik ilmik bağlayan ilçe.
Göremedik, anlayamadık, bilemedik içine sürüklendiğimiz o girdabın hepimizi nasıl da içine çektiğini. Bizler O girdabın derinliklerine çekildikçe elimizden tutup çekebilecek birileri de yoktu etrafımızda. Belki de vardı da biz uzatılan eli tutmak istemedik. Ya da etrafta olup bitenleri izleyenlerin kendilerince bir bildikleri vardı.
Şimdi olup bitenleri gördükçe ister istemez aynı soru takılıyor kafalara. Acaba birileri dönüp duran girdabın dibine değirmenin çarkını mı yerleştirmişti?
Pek yakında bu sorunun cevabını alacağız.
O zamana kadar kör gözler, sağır kulaklar ve kararan vicdanlarımızla beklemeye devam ediyor alacağız. 04.04.2016
Lezgin YALÇIN
lezginyalcin@gmail.com