Takvim yaprağı Şubat’ ın ondördünü gösteriyordu.
Kış mevsiminin güneşli bir gününde, büyük buluşmaya hazırlanıyordu.
Sinekkaydı traşı ve şık giyimiyle önemli bir görüşmeye gidiyor gibiydi. 35 yaşlarında, orta boylu ve yakışıklıydı. Nihayet buluşma yerine gelmişti.
Sahildeki çay bahçesinde ve en uçtaki masada oturmaya gayret etti. Etrafa bakınarak heyecanını yatıştırmaya çalışıyordu.
Şakaklarının üstüne kır düşmüş, yüzündeki çizgiler hayatının kısa özetini yansıtıyordu.
Yanına yaklaşan garsonun sesiyle daldığı hayalden uyanır gibi oldu.
_Ne alırsınız efendim?
_ İki çay, biri açık.
Cevap vermeden ayrıldı masadan. Az sonra elindeki çaylarla masaya yaklaştı. Kır saçlı adamı tek başına görünce sordu.
_Başka gelecek var mı efendim?
_Var…
Diyerek cevap verdi..
_Çayları bırak, demli olan benim.
Ne tuhaf diye düşündü. Meslek sırrı denen şey bu olsa gerek. En son, geçen yıl sadece yarım saat kadar oturduğu bu çayhanenin garsonu çayı tek şekerle içtiğini unutmuyordu.
Sigara kullanmıyordu ancak bugüne ve bu mekana özel aldığı sigara paketinden iki tane çıkardı. Birini dudaklarının arasına diğerini masadaki kül tablasının karşı yanına bıraktım. Garsona işaret ederek
_Ateşiniz var mı?
Diye sormasıyla yakılan çakmağın tutuşturduğu sigaranın dumanını içime çekmesi bir olmuştu. Kül tablasındaki diğer sigarayı gören garsonun bakışları şaşkınlığına karıştı.
_İyimisiniz efendim?
_Kötü mü görünüyorum?
Diyerek soruyla cevapladı.
_Yoo, hayır, sadece sordum.
Diyerek kekeledi.
Belki de utancından hemen ayrıldı yanından. Garsonun ardından bakarken küçük çiçekçi kıza takıldı gözü. Masalarda oturan çiftlerin yanına gidip satış yapmaya çalışıyordu. Biraz izledikten sonra yanına çağırdı.
_Çiçekçi, gelsene.
_Buyrun abi.
_En güzel çiçeğini görmek istiyorum.
_Ne yapacaksın?
_Arkadaşıma alacağım.
_Ama yalnız oturuyorsun.
_Birazdan gelir, hadi göstersene.
_Sevgilin mi o?
_Evet
_ O zaman sana kırmızı bir gül vereyim
_Tamam, al parasını.
Küçük sepetin içinden özenle seçilen tek dal gülü masanın karşısına güzelce yerleştirdi. Kısık sesle mırıldandı.
_Sana layık değil ama senden sonraki en güzel gülü, sana almak istedim.
Dedi gülümseyerek. Cevap veren var gibi birazcık bekledi ve sonra denizi izlemeye devam etti.
Gözleri ufkun derinliğinde takılmıştı. Dalgaların sesi hiç bu kadar hüzünlü değildi.
Sigarasının ve çayının son yudumunu alarak kalkmaya çalıştı. Hafifçe sendelemişti.Yardım etmek isteyen garsona teşekkür etti, hesabı ödedi.
Yüzüne görevini yapmış bir kişinin huzuru hakimdi.
Gözlerini adımlarına sabitleyerek ağır ağır uzaklaştı.
Bir 14 şubat buluşması daha geçmişti.
2 yıl evli kaldığı sevgili eşiyle nişanlı iken ve hem de evlendikten sonra hep bu sahil kahvesine gelir ve en uç masada çay içip sohbete ederlerdi. Ancak son 3 yıldır yalnız başına geliyor iki kişilik oyun oynayıp evine yollanıyordu.
Hasret, özlem, yokluk ve yoksunluk kokan tamı tamına 3 kocaman yıl.
Çünkü; üç yıl önce bir 13 Şubat günü tam da Sevgililer günü arefesinde….
Eşinin aradığını farketmişti çalan zilden. Eve gelirken alması gereken bir şey sipariş edecekti belli ki. Ancak telefona cevap verdiğinde polis telsizine benzer sesler arasındaki yabancı bir ses;
_ Bu telefonun sahibini tanıyormusunuz?
Diye soruyordu.
Nasıl tanımazdı, sevgilisiydi, eşiydi, arkadaşıydı yani hayatının ta kendisiydi. Birdenbire afalladı.
_ Evet…
Dedi kekeleyerek.
_Neyi oluyorsunuz?
_Eşiyim.
_.........
_Neden siz arıyorsunuz, bir aksilik mi var?
_.........
_Alo, konuşsanıza…alo….alo…
_Bir trafik kazası var, olay yerinden arıyorum, acele İlk Yardım Hastanesine gelmeniz gerek.
_ Durum nedir, lütfen cevap verin….
_........
Hastaneye ulaştığında Dünyasının yıkılmış olduğunu anladı.
Çok sevdiği eşi geri dönüşü olmayan yola gitmişti. Derin bir sessizlik sonrasında hayatının en acı çığlığı kopuyordu yüreğinde …
Yüzündeki derin izlerin, şakaklarındaki beyazların ve yüreğindeki yanardağın sebebi buydu.
Mağazaların vitrinleri rengarenk hediyelerle süslüydü, adımlarını sıklaştırdı. Kendi Dünyasında kaybolmak ister gibiydi.
O yoksa kendisi vardı ve hayat devam ediyordu…
Bir açık çay, bir dal sigara ve kırmızı gül.
Ha, bir de kocaman yürek.
Hepsi buydu işte.
“ Sevdiğinizi o kadar çok sevin ki başkasına yer kalmasın”